ABPERDELERİMİZ
Kapatıyoruz, akşam karanlığı çöktüğünde ev ve içerisinde özel anlarımızı yaşadığımız yerlerin perdelerini.”İçerisi aydınlık,karanlıkta kalanlar görmesinler” bizi özel saatlerde yaşadığımız mekanı ve içindeki davranışlarımızı diye.Gündüz aydınlığında kapatanlarımızda var pencerelerindeki perdeleri. Ama biz o gündüz aydınlık saatlerde içerde birilerinin olduğunu bildiğimizde garipseriz bu durumu.Oysa tül perdeler içerden dışarısını görmemizi sağlar, dışardan içerisi görülmese de.Güzeldir,sıcak ve sevecendir bu anlamda o şeffaf daha çokta beyaz tüller.
Otobüs ve tren yolculuklarında çok aşırı sıcak gelmedikçe kapatmayız,ilgiyle bakarız o daha önce görmediğimiz, yerleşim yerlerine ve doğaya.Görmüşsek bile atladığımız detayları yeniden keşif etmek adına.Tiyatro salonlarında heyecanla açılmasını bekler,temsil bitip kapandığında sahnedeki perdeler ani bir yalnızlık çarpar o anda benliğimize de.İnsanların giyimlerine benzer ev, perdeleri.Abartılı,sadesi,renk cümbüşleri, yakışanı,yakışmayanı çiçeklisi,kalın ve incesi.Ama hepsinin tek görevi kapatmaktır oysa dışarısına içerimizi.
Kapatalı kaç yıl olmuş içimizdeki perdeleri.Kapattığımızı bile yok sayıp doğallığımıza vermişiz bu yönlerimizi.Oysa biliyoruz kapalıyken perdelerimiz göremeyeceğimiz dünyayı.Beynimizde kurduğumuz tek kişilik ve mini minnacık o sığ dünyada boğularak yok etmiyor muyuz,gerçek kişiliklerimizi?.Düşünün bir kez daha.Ailemiz,sokağımız veya mahallemiz haydi diyelim ki yaşadığımız şehirler kadar dünya.Ama kimliklerin,kişiliklerin içinde barınmadığını zannettiğimiz dünya.Peki neden yok sayıyoruz kişilikleri ve neden kapatmışız perdeleri.Bize benzemiyor ve bizim gibi düşünmüyorlar diye mi.Zenginlik ve yoksullukları,kültürleri farklı diye mi..Oysa sevmeyen yok gibidir gök kuşağını o yedi ana rengin tonlamasından çıkan binlerce ayrı renk armonisini.Gözümüz perdeliyken nasıl göreceğiz o yağmurlar sonrası güneş çıktığında, binlerce renkten oluşan gökkuşağı’ndaki renkleri.
En son ne zaman yalınayak toprakta yürüdünüz?.Ne zaman o içinizdeki elektrik santralini boşaltınız doğa anaya?.Peki ne zaman küçük bir dere kenarında fark ettiniz eşsiz güzellikteki çiçeği?.Karınca yuvasını izlediğinizde kaç yaşındaydınız?.Arı kovanını ve gelişmiş bilgisayarların bile o uyumlu programlamayı yapamayacağı arıları “acaba izlersem,iğneleri ile sokarlardı beni”düşüncesi ile hiç mi izlemediniz yoksa?.Gecenin orta yerinde evinize yaklaştığınızda,sizi ayak sesinizden tanıyan bir kedinin varlığından haberdar oldunuz mu hiç?.Peki en son ne zaman fark ettiniz,yuvada bekleyen yavrusuna bir damla yiyecek bulmak için ana yolda otomobile çarpılan kuşu?.Yada,ekmeğin, şimdilerdeki gibi ekşi maya kokmadığı,buğdayın kendine has kokusu ile,derme çatma köy fırınlarında kadınların nasırlı ellerinde yapılanını, yediğiniz en son ne zamandı ?.Peki bahçelerdeki bitkileri gecenin alaca karanlığında,elinizdeki hortumla suladığınızı anımsadınız mı yakın zamanda hiç?.Simit satan bir çocuğun geleceğe dair hayallerini dinlemek aklınıza geldi mi,ondan alışveriş yaparken ?.Yada,evinizin önde kurulan pazarda,kapı önünüzde duran satıcıya soğuk kış gününde bir bardak çay vermek aklınıza gelmedi mi hiç?.
Çocuklarınıza kızarken daha çok sizin gibi düşünüp davranmadıkları veya sizin kaçırdığınız yaşamın bir yerlerinden tutamadıklarımı bilinç altınızı zorlayan.Geçmişteki hatalarınızla yüzleşmek yerine,en yakınızda olan insanlarımı sorumlu tutmak daha kolay olan?.Ders almak hatalardan ve tekrar etmemek yerine şimdiki aklım olsaydı labirentinde dönmek mi basitçi yol olan?.Ve aşk larınızı da içerisine hapsettiğiniz perdeli oda’lar.Ve bir mahkum ne kadar severse güneş görmeyen hücresini,işte o kadardır o dar güneş girmez alanda yetiştirdiğiniz aşk çiçeği.Yükselmenin maddiyatla değil,ruhların terbiye edilip egolarından ayrışıp, damıtılmış öz hale geldiğini bilmek mi zor olan?.Anladık mı hasta yatağında yatan insanın sıkıntılarını,hissettik mi yüreğimizden, en yakınını kaybetmiş bir insanın içindeki fırtınalarını?.Yoksa içten gizli bir sevinç’imi duyduk”bana olmadı” larımızla?.Anlaşılmanın ön koşulu değil mi anlamak olan?Anlamak için kapalı perdelerimizi aralamak değimli ,işin en başında gelen?Güneşsiz yerde nasıl olur sağlıklı yaşam?.Ne kaybederiz, açtığımızda perdelerimizi, içimiz camından.Anlaşılacağız ve yaşamı gerçek olan üç boyutu ile algılayacağız işte o zaman.Afrika daki zebrayı da,Avustralya kıtasındaki kanguru’yu da bilecek kadar büyüyecek dünyamız.Evren’i, gözlerimizle gördüğümüz değil,düşlerimizce büyük olduğunca ,kaldırdığımız perdelerden sonra görecek ve yaşayacağız işte o zaman.
Şimdi perdelerimizi bir daha takmamacasına sökeceğiz yerlerinden ve asla ütüleyip katlayarak değil, geri almamacasına atacağız yaşam yerimiz olan ruhlarımızdan.Şarkı mısrasındaki söz gibi”Pencerenin perdesini,aç bana göster yüzünü”.Ve merhaba güneş,merhaba sımsıcak yaşam…
MUSA PAKDEMİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder